Koronavirüs salgını çerçevesinde ülkemizde yaş meyve sebze sektörünün durumu, konunun paydaşlarınca değerlendirildi. TGDF Akademi’nin düzenlediği videokonferansın moderatörlüğünü Meyve Suyu Endüstrisi Derneği Başkanı İlker Güney yaptı.
Programda yaş meyve sebze üretiminden, tüketimine, ihracattan, hallerin rolüne tüm sorunlar ele alındı.
Melisa Mutlu: “STK’lar beraber çalışmalı”
Etkinliğin ilk konuşmacısı TİM İstanbul Yaş Meyve Sebze İhracatçılar Birliği Başkanı Melisa Mutlu oldu. Mutlu, gıda ihracatının önemine Covid-19 salgınından çok önce dikkat çekmiş olduğunu, ancak Türkiye’nin yaş meyve sebze ve mamul sektör ihracatının gereken seviyeye ulaşamadığını belirtti.
Mutlu, TİM’in İhracatın artırılması çalışmaları çerçevesinde ciddi girişimlerde bulunduğu dönemde ortaya çıkan salgının İtalya, İspanya gibi bu sektördeki rakipleri sarsarken Türkiye’de işletmelerin durmadığına dikkat çekti. Mutlu konuşmasında şu noktalara değindi:
“Türkiye meyve sebze ihracatında işin hamaliyesini yapıyor”
“Dünya gıda ticareti 2019’da 1,5 trilyon dolar olurken, Türkiye 18 milyar dolarla bundan sadece %1,2 milyar dolar pay aldı. Meyve suyu, sos, konserve, salça gibi mamul ürünlerde dünya ticareti 182 milyar dolarken bizim payımız sadece 1,5 milyar dolar. Bunun nedeni bizim işin hamaliyesini yapıyor olmamız; dökme, fason üretim yapmamız.
Covid-19 salgını gıdanın ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Bu dönemde hastalıktan ari köyler, şehirler yaratabilseydik hem turizm hem gıda açısından dünyada bir farklılık yaratabilirdik, ancak sürecin yönetiminde başka noktalara odaklandık.
“Ağırlıklı olarak bazı ülkelere çalışıyoruz. Başka pazarlara da açılmalıyız”
Yaş meyve ihracatında ağırlıklı olarak bazı ülkelerle çalışıyoruz ve en ufak sıkıntıda ihracatımızı kaybedebiliyoruz. Dünyanın birden fazla tedarikçiye gideceği, kendi üretimine ağırlık vereceği bu dönemde dünyanın diğer ülkelerine de ihracatımızı artırmamız lazım. Çin artık ithalatta tercih edilen ülke olmayabilir. Türkiye olarak çok yüksek teknoloji ve iyi hijyen koşulları altında üretim yapıyoruz. Dikkati üzerimize çekmeliyiz.
Ancak bunun yolu serbest ticaret anlaşmaları yapmaktan geçmiyor. Ürün ve ülke bazında teşvikler verilmesi Türkiye’yi dünya pazarında daha agresif bir konuma getirebilir. Diğer yandan dış pazarlarda birbirimize rakip olmak yerine beraberce ortak pazarlar yaratmamız gerekir.
“STK’ların alternatif bir Gıda Kurulu oluşturması gerekli”
İhracatta lojistik teşviki çok önemli. Ancak Türkiye Dünya Ticaret Örgütü’nün teşvikle ilgili yönetmeliğine imza atmış olduğu için lojistik desteğini kullanamıyoruz. Bu nedenle dünyaya karşı avantaj sağlamak için alternatif sistemler üzerinde çalışılması gerekiyor.
Bunun için ise sadece belli STK’ların tek başlarına değil birlikte çalışmaya başlaması gerekiyor. Avantajlı konuma gelmek için sektörün tüm paydaşlarının bir araya gelmesi gerekiyor. Bu amaçla bilim kurulu benzeri bir alternatif gıda kurulu oluşturulursa sorunlar çözülebilir. Tohumdan sofraya, tohumdan ihracata zincirin bozulmadan tedariğini sağlarsak hem iç piyasada hemde uluslararası pazarda çok daha güçlü oluruz.
“İnsanlar toprağa geri dönüyor”
Covid-19 sonrasında ülkelerin ithalat, ihracat ve üretimle ilgili ne gibi tedbirler alacağını bilmiyoruz. Ancak genel görünüm ülkelerin kendi vatandaşlarını fiyat artışlarından korumak için ihracatı durduracağı ya da kota koyacağı, kendi üretimlerine ağırlık vereceği yönünde.
Türkiye’de büyük şehirlerdeki birçok kişi salgın sonrasında köyüne döndü. Bunların bir kısmı orada kalacak, çiftçiliğe dönecek. Çiftçileri kooperatifler, ihracatçılar, sanayi eğitebilir. Haller de bu sistemin içinde olmalı. Paydaşları sistem dışında bırakamayız. Sorunlar sistem içinde çözülmeli.
“Sözleşmeli tarımda hukuki yaptırım olmalı”
Ülkemizde ise sanayiye yönelik tarımsal üretimin payının artırılması gerekiyor. Yaş meyve sebze sistemi doğru işlemiyor. Ekim alanlarının düzenlenmesi ve artırılması, tarımın özellikle kooperatifler yoluyla tekrar organize edilmesi, bu şekilde hem endüstrinin hem yaş sebze meyve ihracatının doyurulabileceği bir sistem kurulması gerekiyor. Türkiye’de durum sistemli işlemiyor, nerede eksik varsa ürün oraya kaydırılıyor. Sözleşmeli tarım sistemi üreticiye güvence sağlamıyor. Bunun hukuksal yaptırımı düzenlenmeli.
İlyas Kılıç: “Parçalanmış tarım arazilerinin bütünleştirilmesi gerekli”
Etkinlikte ikinci konuşmacı Tarım Kredi Kooperatifleri Pazarlama Başkanı İlyas Kılıç oldu. Tarım Kredi Kooperatiflerinin bünyesinde 800 bin çiftçi bulunduğunu söyleyen Kılıç, oluşumun sadece bir kredi kuruluşu olarak işlemediğini, çiftçilerin ürünlerini gıda sanayii ile buluşturduğunu da belirtti.
Kılıç kuruluşun aracıları ortadan kaldırarak meyve suyu, makarna, nişasta gibi sektörlere yeterli miktarda kaliteli ürün sağlamak üzere arka arkaya iş birliği protokolleri yaptıkların ifade etti. Kılıç konuşmasında şunlara değindi:
“Sözleşmeli tarımda ceza yerine prim modeli olmalı”
Sözleşmeli tarım konusunda Avrupa’dan çok gerideyiz. Türkiye de bu düzeye gelebilir, ancak yasal altyapıda sıkıntı var. İmzalanan sözleşmenin her iki taraf için de senet kadar değeri yok. Her iki taraf da duruma göre sözleşmeyi feshedebiliyor. Bu konuda bir ceza sisteminin uygulanması zor. Ceza yerine bir primleme, destekleme modeli daha uygun.
Desteklemelerin çiftçiye ulaşması ile ilgili sıkıntılar var, örneğin İstanbul’da üretim olmamasına rağmen bu şehre destek gidiyor. Halbuki daha az destek ile daha kaliteli ürün üretilmesi mümkün. Arazi parçalanmasının önüne geçmek artık mümkün değil. Yapılması gereken toprakların parçalanmamasına değil, parçalanmış arazilerin bütünleştirmeye giderek büyütülmesine çalışmak.
“Ülkemizde gıda sıkıntısı olmaz, dünyadan talep artar. Tedarikçi olmalıyız”
Covid-19 sonrasında ülkemizin gıda sıkıntısı çekeceğini sanmıyorum, ama dünya piyasası bizden farklı olarak gıda talebinde bulunacak. Ülkemiz tarımı kesintiye uğramadı. Bu nedenle bu ve önümüzdeki hasat dönemlerinde ülkemizin dünyada ağırlığının artacağını düşünüyoruz. Önümüzdeki dönem dünyada gıdaya talep artacak, Tarım Kredi Kooperatifleri de arzı artırmak, tedarikçi olmak için çalışacak.
Mustafa Manav: “Marketlerden toptancılara nakit akışı gecikiyor”
İTO Yaş Meyve Sebze Sektör Meclisi üyesi Mustafa Manav ise konuşmasında hallerdeki sorunlara değinerek başladı. Halcinin çiftçinin malını sattıktan sonra 15 gün içerinde ödeme yapmak zorunda olduğunu hatırlatan Manav, gecikme olduğunda ödemenin halcinin teminatından kesilerek yapıldığını, tekrarlanırsa dükkanının kapatıldığını söyledi. Manav buna karşın halcilerden mal alan marketlerin ödemelerini en erken 2 ay sonra yaptığına, bu nedenle halcilerin nakit akışı sorunu ile karşı karşıya kaldığına dikkat çekti.
Manav nakit akışı sıkıntısının üretimi etkilediğini, en azından et, süt, meyve ve sebzenin ödemelerinin marketlerce 30 gün içinde yapılması gerektiğini belirtti. Mustafa Manav konuşmasında şunlara değindi:
“Marketler ürünü doğrudan çiftçiden de alsa fiyatı düşürmüyor”
Marketlerin anlayışı yanlış. Özellikle meyve sebzede soğuk depolama sistemi olmayanlar %12-14 fireyi göze alıyor, bunu gerektiğinde maliyetlere ekliyor. Hale gelen malın %10-13 civarında maliyeti olurken ürünler marketlerde %50-80 düzeyinde daha pahalı oluyor. Marketler ürünü doğrudan üreticiden alsa bile fiyatlar değişmiyor. Buna rağmen bu konuda 30 yıldır hiçbir adım atılmıyor. Hatta sebze ve meyvelerin ödemesinin 30 gün içinde yapılmasına yönelik hazırlanan kanun bir şekilde gündemden çıkarılıyor.
“Küçük çiftçiler hale muhtaç”
Hallerle ilgili sorunların çoğu küçük çiftçi ve küçük esnafı ilgilendiriyor. Covid-19 sonrası işsizliğin artacağı görülüyor. Bu insanların bir kısmı köyüne döndü, tarımla uğraşmaya başladı bile. Biz sözleşmeli tarıma karşı değiliz, ancak üreticinin %90’ı küçük çiftçi. Bunlar hale muhtaç. Küçük çiftçiler üretim yaptıkları bölgede ürünleri tüccara satamaz ya da markete veremezse hale göndermek durumunda. Bu noktada küçük üretici ve halci ürün takip sistemi ile ilgili sorunlar yaşıyor.
Ozan Diren: “Tarım endüstrinin tedarikçisi değil, endüstri tarımın müşterisi olmalı”
Telekonferansa katılan bir diğer konuşmacı, Dimes’ten Ozan Diren oldu. Diren halihazırda yaşanan sorunların giderilebilmesi için sanayicinin çiftçiyle birebir ilişki içerisinde çalışması gerektiğini vurguladı. Covid-19 sonrası sürecin son derece dikkatli takip edilmesi gerektiğini ifade eden Diren, tüketici trendlerinin izlenebileceğini, ancak tüketicinin söylediği ile uyguladığının her zaman birbirini tutmadığını belirtti. Ozan Diren’in sözlerinden satır başları şöyle oldu:
“Yapıcı bir yıkım yaşıyoruz”
Günümüzde daha besleyici ürünlere doğru bir kayış var. Organik, rejeneratif fonksiyonel ürünlere talepte artış var. Vegan tarafa doğru akış var. Bunlar daha da hızlanabilir, ancak şu anda işletmelerin bir anda bu trendlere dönmesinden ziyade bunlara dönebilecek şekilde hazırlıklı olması önem taşıyor. Tüketici talepleri kısa vadeli araştırmalarla takip edilmeli, gerektiğinde hiçbir tereddüde mahal vermeden o doğrultuda değişebilmeye hazır olmalıyız.
Yaşadığımız dönem yapıcı bir yıkım; bazen iyileşmek için önce yıkılmak gerekiyor. Bu dönemde kararlarımızı çok iyi vermeliyiz. Tarıma dayalı sanayi çok geniş bir aile. Bu kadar geniş bir yapının esnek bir şekilde çalışabilmesini sağlamak büyük bir güç, özveri ve mesai gerektirecek.
“STK’ların bir arada çalışma konusunda ne kadar başarılı olduğunu gösterdik”
Covid-19 sonrası sanayi bakış açısından büyük değişikliklere gebe. Bu dönemde önce bir panik havası yaşandı. Ama sonrasında TİM, TGDF, TÜSİAD, MEYED gibi STK’lar etkin bir rol oynayarak bir araya gelmeyi başardı, tarımsal üretimin kesintiye uğramamasını sağladı. Bu durum birlikte çalışma konusunda ne kadar başarılı olabildiğimizi, çekişmeden toplu hareket edebildiğimizde neleri değiştirebildiğimizi gösterdi.
Yeni süreçte ambalajlı gıda önem kazanacak gibi duruyor, kazanmalı da. Toplam meyve sebze ticaretinde endüstrinin payı %10 civarında. Yaş meyve üreticileri ihracata ağırlık veriyor, ancak durum böyle olunca herhangi bir krizde reaksiyon vermemiz gecikiyor. Endüstrinin payının %25 civarına çıkarılması ihracat talebindeki azalma durumlarında reaksiyonu kolaylaştırır.
“Firmalarımız dış pazarda rakip olmak yerine pazarı birlikte yaratmalı”
İtalya Çin’den salça alıp bunu belli bir düzeyde işleyerek İtalya damgası vurarak pazarlıyor. Önümüzdeki süreçte domates mi vereceğiz, yoksa salça markalarımızla bunlara rakip mi olacağız, bu süreci nasıl değerlendireceğiz görmemiz lazım. Dünyada mamul ürünlerin pazarı çok yüksek. Bunlardan pay almak durumundayız. Firmalarımız dış pazarda birbirine rakip olmak yerine pazarı birlikte yaratmalı.
Şimdiye kadar sanayiyi merkeze koyduk, tarımı tedarikçi olarak gördük. Artık paradigma değişikliği olmalı. Tarımın etrafında konumlanmalıyız. Meyveciliğin tarım içinde çok özel bir yeri var, çok daha planlı ve öngörülü olunması gerekiyor. Ülkemiz meyve suyu endüstrisi gerek insan kaynakları, gerek bilimsel ve teknolojik altyapı açısından dünyada çok ileri bir seviyede. Dışarıdan hiçbir yardıma ihtiyaç olmadan bu dönüşümü yapabiliriz.