Türkiye Gıda İnovasyon Platformu (TÜGİP) Sanayi İlişkiler Koordinatörü Prof. Dr. Mehmet Pala:
“Öğrenmek sadece bilgi edinmek değil, aynı zamanda edinilen bilgiyi nerede ve nasıl kullanılacağını bilmek demektir”
“İnsanlar doğdukları andan itibaren öğrenmeye başlarlar. Çünkü öğrenmek bir anlamda hayatta kalmanın da garantisidir. Gerek öğrenim ve gerekse iş yaşamında öğrenme kavramını iyi anlamak gerekmektedir. Ülkemizde anlamak sözcüğü, yüklendiği önemi taşımıyor. ‘Olayı veya konuyu anlamaya çalışıyoruz’ tümcesini pek sık duymazsınız. Çünkü anlamak; iyi öğrenmeyi ve detayı kavramayı, neden, niçin ve nasıl sorularına cevap aramayı gerektirir. Bunun için çaba sarf edilmesi şarttır. İşte bunları yapmazsanız da olayı ya da konuyu anlayamazsınız.
Burada iyi öğrenmekten söz ediyorum. Şimdi bu ne demektir? Öğrenmek sadece bilgi edinmek değil, aynı zamanda edinilen bilgiyi nerede ve nasıl kullanılacağını bilmek demektir. Soru sorarak, sorgulayarak öğrenmek ve anlamak önemli. Öğrenmek, duyu organlarıyla alınan sinyalleri kalıcı bir şekilde akılda tutmaktır.
Ege Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü’nde öğretim üyeliği yaparken, derslere çok önem verir ve öğretmek için büyük çaba sarf ederdim. Ne anlatmışsam, sınavlarda da hepsini isterdim. Bununla, öğrencilerimin mesleklerini iyi yapabilmeleri için kullanabilecekleri bilgiyi iyi ve unutmayacak şekilde öğrenmelerini amaçlıyordum. Ne kadar başarılı oldum? Bunu artık mesleklerinin olgunluk dönemini yaşayan öğrencilerime sormak gerekiyor.
Öğrenmenin ve öğretmenin ne kadar önemli olduğunun farkına daha sonra vardım. Aslında ülkemizde öğrenmek ve öğretmenin uzun yıllardır büyük bir sorun olduğunu ve halen bu sorunun çözüm beklediğini düşünüyorum. Bugün yeni üniversite mezunlarına ‘meslek kültürü’ adı altında bilmesi beklenen temel kavramlar sorulduğunda doğru cevaplar alınamamaktadır. İlkokul dört, orta iki, lise iki ve üniversitenin birinci sınıfında hemen hemen aynı konuların işlenmesine karşın, hâlâ yeterli ölçüde öğrenilmediğini biliyoruz. Aynı şekilde lisans, yüksek lisans ve doktora sınavlarında da benzer sorulara çoğunlukla istenen cevaplar alınamamaktadır. Durum böyle olunca, sorun nerede? Sorun, bizim ilkokuldan üniversiteye kadar tüm öğretim sistemimizde yatmaktadır. Biz öğretmekten ziyade ders veriyoruz. Öğrenciler derslerde verilen birbirinden kopuk bilgileri beyinlerine kalıcı olarak kaydedemiyorlar. Aslında okullarımızda ve üniversitelerimizde işe yarayıp yaramayacağına bakılmadan çeşitli bilgiler verilmektedir. Bu bilgilerin arasında yeterli ilişki kurulamadığı ve esas olarak da öğrencinin mevcut bilgileriyle bağlantı oluşturulamadığı (burası önemli) için bu öğretilmeye çalışılan bilgiler havada kalmaktadır. Bu yüzden verilen bilgiler öğrenilememekte ve kullanılamamaktadır. Öğrenmek ve öğretmek emek ister, çaba ister. Bu nedenle ‘nasıl öğrenilir ve özellikle de nasıl öğretilir’ soruları üzerinde durmak gerekiyor. Bu bağlamda öğrenmek veya öğretmek için öncelikle ihtiyaç yaratmak ve merak uyandırmaya ihtiyaç vardır. Eğer merak ve ihtiyaç yoksa iş zorlaşıyor ve sonuç alınamıyor.
Her bilen öğretemez ve bilmeyen hiç öğretemez. Öğrenme, insan beynindeki nöron ağlarıyla gerçekleşir. Bu ağlar içerisinde her bir yeni bilgi için ayrı bir devre oluşturulur ve bu devre, bir nöronun “dendrit” adı verilen sinir dallarının ucundaki sayısız uzantının biriyle “sinapsis”, yani iletişim bağlantısı kurularak sağlanır. Bu devreler beyinde protein, yağ ve şeker gibi çok sayıda organik molekülün bir araya gelmesiyle nöron denilen sinir hücrelerini oluşturur. Beyin dış çevreden gelen uyarıları duyu organları (göz, kulak, dil, burun ve deri) reseptörleri yardımıyla algılar ve gerektiğinde de muhafaza eder. Öğrenmede göz ve kulak reseptörleri büyük önem taşır. Ancak beyin, duyu reseptörleri tarafından gönderilen bilgilerin önemli bir bölümünü işlemez ve kayda almaz. Bu nedenle beyin tembel bir organdır. Beyin ancak istemli olarak istediğiniz şekilde çalışır. Öğrenme süreçlerinde de durum aynıdır. Beyninizi zorlamazsanız öğrenemezsiniz. Herhangi bir önemli duyusal bilgi alan beyin, uyarıldığında istenen yanıtı vermek veya öğrenmeyi sağlamak üzere harekete geçer. Tüm bu karmaşık öğrenme süreçlerinde, yeni bir bilginin kalıcı olarak muhafaza edilebilmesi için bunun bilinen bir bilgiye dayandırılması gerekmektedir. Başka bir ifadeyle; bir kişiye yeni bir bilgi öğretmek istiyorsanız, bu yeni bilgiyi bu kişinin mevcut bilgisine bir şekilde mutlaka dayandırmanız gerekmektedir. Bunun tersi durumlarda öğrenme işlemi hiçbir şekilde gerçekleşmeyerek soyut kalmaktadır. Beyin bu soyut bilgiyi şifrelemez ve depolamaz. Demek ki öğrenmede ve öğretmede bilinenden başlayarak yeni bilgilere doğru sıralı bir anlatım söz konusudur.
Sonuç olarak, sadece eğitim ve öğretimde değil, aynı zamanda iş ve günlük yaşam alanlarında öğrenmenin veya öğretmenin metodolojisini ve biyolojisini bilerek hareket etmenin gerektiğini anlıyoruz. Buradan hareketle, neyin nasıl yapılacağını, felsefesini anlayarak yapmanın önemini vurguluyorum.”